Monday, September 30, 2013

going postal...

Günümüzde "fandom"a dayanabilmek zor zanaat.

Breaking Bad bir "badass" dizisi değil, çünkü Heisenberg'ün hikayesini anlatmıyor. Farkındayım, öyle gibi gözükebilir. Kesinlikle zaman zaman öyle oldu, ama ana hikaye o değil. Dizinin adını unutmayın. Yolunu kaybetmeyen yapımlarda isim çok şey anlatır. Adına/ana hikayesine sadık kalmayı başarabilen yapımlara saygım sonsuz.

Son bölümü güzel olan dizilere de ayrıca doyum olmuyor. Dizinin çok az bölümünde olan ama dizinin anlamında büyük rol oynayan Schwarz'ların bu bölüme konuk olması; dizinin çok bölümünde olan ama aslında hiç de büyük rol oynayamayan Walter -Flynn- Jr.'ın sadece uzaklardan görünmesi; işte tam böyle bir şey.

Benim biten dizilerime üzülmemem mümkün değil, hele de bu kadar iyiyken. Ama unutmamak lazım:

"We do not mourn the loss of those who die fufilling their destinies."
-Forestmaster, Dragons of Autumn Twilight

Tuesday, March 5, 2013

Küçük Kutular

http://www.youtube.com/playlist?list=PLE8338EC727B8AB97

Önceki yazıda adı geçti. Zaten uzun zamandır buranın taslaklarından biriydi. Gene hüzün hikayesi: Weeds.

Amerikan orta sınıfı zor dönemlerden geçti herhalde. Kimi işten çıkarıldığı için, kimi kansere yakalandığı için, kimisi de eşini kaybettiği için alternatif para kazanma yöntemlerine sarılan insanların hikayelerini izler olduk. Weeds bunlardan ilkiydi. Zaten ödüllerle başladı, çok iyiydi. Mary-Louis Parker başarılıydı. Senaryo çok iyiydi; komikti, eleştireldi, yaratıcıydı, sertti.

Her şeyden önemlisi bir konusu vardı. Anlatmaya çalıştığı bir "ana teması" vardı. "Sub-urban" sıkıntılara parmak basıyordu. Entellektüel Amerikan orta-sınıfının dertlerini anlatıyordu.

Sonra bir şey oldu. Ne oldu bilmiyorum. Ama her şey değişti. Önce kötüye sonra çok kötüye gitti. Dizi bir anda fantastik bir hal aldı. Spoiler vermek umrumda bile değil, çünkü "spoil" edebileceğim bir şey olduğuna inanmıyorum. Ama inanın neler olduğunu bile hatırlayamıyorum.

Sanırım olay fazla başarılı olmakla geliyor. Fazla başarı olunca "fan-dom" artıyor, karakterler birbirinden ve ana olaylardan kopuyor. İşler çığırından çıkıyor. Nedense burada böyle olmadı gibi geliyor. Sanki dizinin miladı 3 sezondu ve gereğinden fazla uzatıldı.
 Jeneriği bile bunun göstergesiydi sanki.

Aslında her gün rakamlardan anlam çıkaran biri olarak, sanırım duygusal bakıyorum olaya. 8 sezon yayınlanmış bir dizide benim bahsetmeye çalıştığım güzel bölümler 2, hadi bilemedin 3 sezon. Agrostic'in yanmasıyla - ondan önce de sinyaller başlamıştı sanırım - her şey değişti.

Ya çok güzel bir dizi bütün güzelliğini kaybetti.
Ya da boktan bir dizinin istisnai güzel bölümleri bitti.

Keşke ikincisi gibi olsaydı da, daha az üzülseydim.

Sunday, February 10, 2013

hüzünlü keyifler


Buranın uzun zamanki hedeflerinden: Glee.

Neden, çok mu iyi? Hayır.
Neden, çünkü söylenecek bir şeyler var. Başta kötü değildi ama bu söylenecekler. Artık ne yazık ki öyle.

Kötünün iyisi diyecektim hakkında. Belki Ally McBeal ile, belki daha öncesinde benim bilmediğim bir şeyler ya da belki American Idol ile başlayan gidişatın devamı olduğunu düşünüyorum. Nasıl anlatılır zor, elbet benden iyi anlatan birileri çıkacaktır. Ama bir şeyler High School Musical'a sebep oldu ve o da Glee'ye.

Biraz Weeds gibiydi aslında, alttan alttan eleştirel. Asıl konusu bu olmayan, ama çaktırmadan eğitimsel takılan. Okul dizisi olduğu için, beklenilmeyen bir şey değil.

"Bizim çevremiz" sevmedi, başkaları sevdi. Ben sevdim. Müzikalleri hep severim zaten, her ne kadar bilmesem de. Müzikleri katlediyor dediler; bilemedim.

Bence enteresan tarafı aşırı karikatürize başlamasıydı. Her karakter komedi dizisi sınırlarını zorlarcasına karikatürize edilmişti. Ama sonra biz karakterlere alıştık, onlar "karakter" geliştirdiler, dizi büyüdü ve bütün o "eğitimsel isyankar havasını", "karikatürize komedisini" kaybetti.

Sevmediğimiz o "popüler" kültürün bir öğesi oldu, "kötünün iyisi" oldu. İdare ediyordu. Bu çok netti. Popüler olan şeylerde oluyor bu, alışığız. Weeds kadar koymadı. Sonuçta müzik vardı. Önemli olan çoğu kez buydu. Ama sonra "Ne yapıyorum Allah aşkına ben?"ler başladı.

Şimdi burada durun ve önce şu (http://butmyopinionisright.tumblr.com/post/31079561065/the-problem-with-the-big-bang-theory) yazıyı okuyun.

İşte Glee tam burada kaybetti. Kapağına eşşek kadar "L" koyan bir dizi, böyle tavırlara girmemeliydi.

Jonathan Coulton mevzusu zaten bitirici darbeydi, ama o şarkının çalındığı sahne tam anlamıyla her şeyi öldürdü. O an diziyi kapadım ve bir daha seyretmeyeceğim. Bütün iyi taraflarına rağmen arşivimden de kaldıracağım.


Bayrak taşıyanı olduğunu iddia ettiğin bir kitleyi net bir şekilde aşağılayarak onlarla dalga geçiyorsan, o farklı anlamlar yüklemeye çalıştığın el hareketinin destekçisi olursun. "Biz loser'ız ama güçlüyüz!" edebiyatı yapıp, "loser"ları aşağılayacaksan; ben bunu seyretmeyeceğim.

"Oha Mert! Başladığı günden beri böyleydi." diyenleriniz olabilir.

Bense bunları dedim.

Saturday, June 25, 2011

Mide Bulantısı

Uyarlamalar beni kaşındırıyor.
Bu kadar açık ve net.

Farklı mecraların farklı icra yöntemleri olduğunun farkındayım. Ama umrumda bile olmayabiliyor. Orijinal eseri seviyorsam, hele de "fan" isem; neredeyse kelime uyumu arıyorum. İsteyerek yapmıyorum, otomatikman oluyor. Gerçekten.

Game of Thrones bir HBO dizisi. Büyük ve önemli bir prodüksiyon, ki bunun önemini anlatmakla bitiremem. Sayısal olarak doğrulayamam ama şu ana kadar ki en büyük dizi yapımlarından olduğuna eminim.

Peki kitapların yazarı pek çok bölümde yapımcı ve senarist iken, uyarlamayı beğenmemek benim neyime?

Ama Loras ve Renly arasında ki sahne resmen içimi darlıyor ("Not that there's anything wrong with that."). Tyrion ve Tywin Lannisterlar'ın karakterler de ona keza. Hadi bunlar nispeten büyük farklar, ama Khal Drogo'nun niçin sakalı var ki?
Problemli ve takıntılı olduğum bilgisi yeni değil.

Bu senenin dizisi orası kesin!
Kitapları okumayacaksanız izlenebilecek iyi dizilerden biri. Okumuş ve benim gibi takıntılı biri bile olsanız "Wall"u bütün haşmetiyle görebilmek için bile değer...

wat r u doing stahp

Saturday, June 11, 2011

Efervesan

Az önce Mad Men'in pilot bölümünü tekrar seyrettim. Yavaşça, dikkatlice. İzlerken kalkıp kalem almayı hak eden diziler var.

İzlerken beni mutlu ediyor. Değerli bir eserle karşı karşıya olduğumun farkına varıyorum. Harcadığım zamanın, emeğin karşılığını; beklediğimden fazlasıyla alıyorum.
Hüzünlü bir mutluluk ama. Çünkü hayat böyle. Kalbiniz yanarsa, duman gözlerinize dolar. Kalbiniz ateşler içinde yanıyordur, ama gözleriniz yaşlıdır.

Çok söz var hakkında söylenecek, ama yapmak istediğim alıntı bu:


"Mr. Draper, I don't know what it is you really believe in, but I do know what it feels like to be out of place, to be disconnected, to see the whole world laid out in front of you the way other people live it. There is something about you that tells me you know it, too."

Kopuk olmak... Hayatı, gözünün önünde içinde diğer insanlar yaşarken görmek...

Dopdolu bir hayatı var Don Draper'ın; işi, metresi, karısı, çocukları, iş arkadaşları, patronu, sekreterleri, müşterileri...

Ama Don düşüyor.

Herşey yok oluyor ve Don düşüyor.